“Yaşıyorsun ama yoksun. İnsan nasıl dayanır buna?” diye soruyordu bir dizide. Bugün yaşıyoruz ama yokmuşuz gibi hissediyorum ve sahiden buna nasıl dayanabileceğimi bilmiyorum. İçimdeki bitmeyen boşluğun dinmeyen korkunun daha iyi bir tarifi var mı bilmiyorum. Başka bir dünyanın insanıymışım gibi tüm olup biteni algılamaya çalışıyorum. aklımın sınırları nefesimin gücü çoktan doldu ve bir pencere kenarında asla kalkamama cezasıyla kötü ne varsa izlemeye mecbur bırakılmış gibi hissediyorum.
Kendimi içinde bulunduğumuz durumu betimleyemiyorum. İçimden geçen binbir sözcüğü öfkeyi hüznü acıyı çaresizliği betimleyemiyorum. Bir şekliyle kelimelere sığınan ben bugün kelimeler tarafından da terk edilmiş hissediyorum. ve belkide kendime itiraf etmesi en zor olan şeyi kabullenmeye çalışıyorum: ben umutlanacak, öfkemi çaresizliğimi dünyayı dönüştürmeye yönlendirecek gücü ilk kez bugünlerde kendimde bulamıyorum.
Günlerdir yazmazsam anlatmazsam devam edemeyeceğim derken içimde biriken bu kocaman yükü yazamıyorum çünkü anlatamadığım geride bıraktığım tanımlayamadığım her şeyin yükünü daha da çok yüklenecekmiş ona daha çok ihanet edecekmiş gibi hissediyorum. İçinde yaşadığımız bu coğrafyanın, bu renkliliğin, insanın, hakkın, adaletin ve yaşamın özüne dair her şeyin katledildiğini, böylesine vasata tabi ettirildiğimizi, böylesine çürümüş bir düzenin içinde sıkışıp kaldığımızı hiç bu kadar derinden hissetmemiştim.
Her şeyin üstünde, her kavganın, her görüşün her acının her inanışın üstünde olan, yaşam hakkında; adil ve insancıl yaşam hakkında birleşmemiz gerekirken binlerce insanın bile bile göz göre göre büyük bir acıyla ölümünü izliyoruz. Bu depremin ölüleri, tüm çaresizliğimizin üzerine inşa edilmiş devasa bir ekranda her dakikasıyla yıllardır izletiliyor bize. Tüm bağrışlarımızdan tüm mücadelemizden tüm umudumuzdan geriye kalanın ölen insanlar yitirilen bir coğrafya ve hiçbirimizin nasıl mücadele edemeyeceğini bilmediği bir kötülük olmuş olmasını kaldıramıyorum.
bu çürümüş sistemin bağıra bağıra her birimize göstere göstere binlerce insanı öldürüşünü izlememiş olmanın dehşeti bugün her yanımızı saran.Uzun soluklu bir katliamın bazen seyircisi bazen anlatıcısı olmanın acısı. Komşunun evi saatlerce yanarken yakanlardan korktuğumuz için komşumuz o evin içinde olduğu halde bağıramamış sokağa atlayamamış olmanın o derin iç sızısı şimdi bizimle birlikte. Binlerce insan kocaman bir coğrafya bir günde değil bir afetle değil yıllar boyunca adım adım göz göre göre öldürüldü. Her eşitsizlikte, her adaletsizlikte her soramadığımız soruda, bu kocaman tahripkar sistemin her adaletsizliğinde gün gün öldürüldük. şu 10 günde gördüklerimiz konuştuklarımız ise aslında tüm bu uzun soluklu ölümün kısa bir özeti olarak kucağımızda kalakaldı.
10 gün boyunca tüm duyduğum öfkeyi yazdım sayfalarca… koskoca bir halkı göz göre göre ölüme terk edenler, bu ölümü bu sistemle yıllardır sürdürenler, ırkçılığı her gün yeniden doğuranlar, öznesi olmadığı acıdan bir şekliyle fayda sağlamaya çalışanlar, her adımlarında sadece kalabalığa alkışa oynayanlar, hak olanı sadaka gibi gösterenler, en kahraman benim oyunu oynayanlar, en doğru benim ahlaksızlığından sıyırılamayanlar, sömürdüklerini bağışlama iki yüzlülüğüne girenler, bu acı içinde bile gündelik kavgalarına hırslarına ara veremeyenler, bu çürümüş sistemin kurallarıyla bu oyunu oynamaya devam edenler, bambaşka adaletsizlikleri sürdürenler, bu sistemle adım adım yeni ölümleri tasarlamaya devam edenler… Ve her yeni günde daha haysiyetli biri olmak istiyorum derken artık bunu nasıl yapacağını bilemeyen ben. Sahiden bu kötülükle bu çürümüşlükle, insanın bu kadar değersiz olduğu bir dönemde insana rağmen insanlık için nasıl ayakta kalacağız? Hakiki haysiyetin sahiden ne olduğunu bulamadığım kendimi nasıl affedeceğim? Bu çalınmışlıkların bir bedeli olacak mı? Bunca olup biteni nasıl onarabileceğimizin yollarını sahiden bulabilecek miyiz? Bu depremde olduğu gibi her şeyin temelinde olan adaleti aramak artık mümkün mü? Bu kadar fazla, bu kadar görünür ve ortada olan ahlaksızlıkla delirmeden yaşayabilecekmiyiz? Bir şekliyle kendi doğru bildiğimizle koşmaya eşelemeye devam edeceğimizi düşünsekte içten içte kaybolmuş olduğumuzu hissederken bu karanlıkta doğru yol nasıl bulacağız? Sahiden ama sahiden umut var mı?